Dükkândan gelmiş akşam yemeği üstüne de her zaman
olduğu gibi meyve yenilmiş ve balkona sedirin üstüne kurulup
yatsı namazını beklemeye başlamıştı. Çocukların Kur’an Kursuna
gittikleri Tahir Paşa Camisi’nin müezzini Ali Hoca var ya ağamın
arkadaşı işte, O dükkâna gelmiş “yeğenin kesin avukat olacak
ilerde bak görecesiniz” demiş diye girdi söze. Ne olmuş
nerden
bilmiş ki oğlumun avukat olacağını hoca diye soran hanımına
“bir hikâye anlatmış camide hoca kim anlatacak diye sormuş kırk
talebe içinden sadece bizimki el kaldırıp aynısın anlatmış ondan
herhalde” diye cevap verdi hayat arkadaşına.
Yaz gelip okullar kapandı mı birkaç hafta
dinlenme filan derken cami Kuran Kursları açılır ve ana babaları
bir telaş alırdı. Çocuklar kursa gitsin hem kuran öğrensin,
namaz surelerini bari ezberlesin, fıkıh bellesin hem de yaz
sıcağında sokakta kalmayıp ağaç yaşken eğilir misali diz
çökmesini öğrenip edep adap sahibi olsun diye arayışa
girerlerdi. Ağabeysi ile istişare edip o yıla kadar mahalle
camisinde yaz kurslarına giden çocuklarını Arapoğlu makasında
bulunan Tahir Paşa Camisi müezzini Ali Hoca’ya kuran eğitimine
göndermeye karar verdiler. Mahalleleri olan Çaybaşı’na biraz
uzaktı ama “iki amca oğlu birlikte gider gelirler hem de
kendilerine güvenleri artar” dedi Zeki Dayı.
Her yaz tarlada top oynamak camiye gitmekten daha
cazip olup mırın kırın etseler de yaz boyunca ezberlenen sureler
aile büyükleri tarafından okutturularak gerek madeni gerekse
kâğıt para teşvikleri yağmaya başladı mı baştaki nazlanmalar
yerini “iyi ki
gitmişize”
bırakırdı, çocukların dünyasında. Teşvik aldıkça camiye biraz
daha iştahlı gidilir yeni bir süre ezberlendi mi onu da okumak
için fırsat kollarlardı.
Tahir Paşa günleri başlamıştı ve her yaza nazaran
bir farklılık vardı bu yaz kursunda. Bir kere hoca çok değişik
bir insandı. Mahalle camisinin hocasına hiç benzemiyor herkese
hangi takımı tuttuğunu soruyor, kendisi gibi
İdmanyurtlu
olanlara ayrı bir ilgi gösteriyor hatta caminin son cemaat
mahallinde say bakalım takımının kadrosunu diye talebelerini
imtihana bile alıyordu.
Canti
giyimi, geriye doğru itina ile taranmış dalgalı saçları, kısa
boyuna rağmen heybetli bir duruşa sahip olan Ali Maden hoca bir
taraftan kardeşlerinin işlettiği tuhafiye dükkânına takılırken
diğer taraftan müezzinlik yapıyor ve yaz tatilinde de tüm
camilerde olduğu gibi öğrenme çağında olan çocuklara Kur’an
eğitimi veriyordu. Günlük dersine iyi hazırlananlara şeker,
sakız hediye ediyor geçemeyenlere ise hiç de sert davranmayıp
“yarına iyi çalış gel kerata babanı çağırır söylerim bak”
diye tatlı tatlı teşvik ediyordu. Zaten hocanın ikramını
alamamak yeterli ceza olduğu için ertesi güne mecbur daha iyi
hazırlanılıyor ve ders geçiliyordu böylece.
İki amca
oğluna şehrin ana merkezi olan Alaaddin ve Zafer civarında kursa
gidiyor olmakta ayrı bir hava getirmişti mahalle arkadaşlarına
karşı. Yaz boyunca birkaç kez öğleden sonra eve gidiyoruz diye
izin alıp Saray Sinemasına kaçamak bile yapacaklardı. Ama
hayatlarına büyük renk katan bambaşka bir eğlenceleri olmuştu
tüm kurs arkadaşları gibi.
Şehrin diğer profesyonel takımı Konyaspor’a göre
daha zengin bir camiaya mensup İdmanyurdu’nun ileri gelenleri
bir araya gelerek Zafer Meydanı ve Alaaddin Tepesine cephe bir
arsa üzerine İdmanyurdu Çarşısı’nı yapıp bitirmişler ve daha
yeni açılışı yapılmıştı. Beş katlı binanın en üst katıda yönetim
merkezi, lokal ve lojman olarak kullanılacak şekilde planlanmış
böylece kulübe hem gelir getirecek hem de o yıllar için
futbolcuların çok iyi imkânlarda barınıp vakit geçirebileceği
bir ortam oluşturulmuştu.
Fakat
bütün bunlar bir yana çarşının şehre heyecan katan ve kenar
mahalleden Tahir Paşa Camisi’ne Kur’an Kursuna gelen henüz
ilkokul talebesi sözüm ona gençleri de cezbeden özelliği ise
Konya’nın ilk yürüyen merdivenine sahip olmasıydı. Daha inşaat
halindeyken konuşulur olmuş ve hizmete girdikten sonrada
neredeyse şehirde yaşayan herkesin gidip bir kerede olsa yürüyen
merdiveni kullanmak gibi bir hevesi oluşmuştu.
Sabahları erkenden kalkıp en geç 9’da camide
olacak şekilde başlayıp ikindi namazına kadar devam eden hayat o
yaz daha eğlenceli gelmişti. Öğleye kadar ve öğleden sonra olmak
üzere “hocam tuvalete gidebilir miyiz?” diyerek alınan
izinle birkaç defada evlerden getirilen azıklar hızla
yenildikten sonra öğle arasında olmak üzere yürüyen merdiven
seferleri düzenleniyor zemin ve birinci kat arasında defalarca
çıkıp inme etkinliği yapılıyordu. Bu bazen öyle aşırıya
kaçıyordu ki çarşı esnafı ağaçlarından meyve kopartılan bahçe
sahipleri gibi çocukları kovalama ihtiyacı bile hissediyorlardı.
Tabii,
İdmanyurt’lular Konyaspor’lulara karşı kendilerini pek havalı
hissediyorlar ve bunu da açık açık söylemekten çekinmiyorlardı.
Sanki çarşıyı ve merdiveni babaları yaptırmış gibi “yürüyen
merdivene binmeye gidiyoruz neyse gel sen de istersen” gibi
cümleler ile arkadaşlarına adeta nazire yapıyorlar ve o yıllar
da Konyaspor’un belediye binası karşısında ki mütevazı lokal
binası ile de dalga geçmeyi ihmal etmiyorlardı.
Böyle geçip giden günlerin birisinin öğleden
sonrasında Ali Maden Hoca her zaman olduğu gibi öğleye kadar
cüz, Kur’an-ı Kerim okuttuktan sonra her birini evladı gibi
gördüğü talebelerine dini konularda eğitim veriyordu. Soru
cevaplar ile de pekiştirme yaparak belki de tüm hayatları
boyunca hiç akıllarından çıkmayacak konuları öğrenmelerine imkân
sağlamış oluyordu. Dağılma saati yaklaşmışken çocuklar sizlere
bir hikâye anlatacağım ama cankulağı ile dinleyeceksiniz diyerek
“HER KOYUN KENDİ BACAĞINDAN ASILIR” başlıklı hikâyeye anlatmaya
başladı. Talebelerin pek kendisini dinlemediğinin ve akıllarının
bir an önce paydos olup yürüyen merdivene gitmekte olduğunun
farkındaydı. Bitirdikten sonra hem bu dağınıklığı toparlamak
için hem de tekrar etmenin din eğitiminde ki yerinin de bilinci
ile “anlattığımı kim tekrar edecek” diye sordu. Kırk
kişiye yakın sınıfından sadece bir el kalkmıştı. Bu kadar da
olamaz dedi. Ne kötü sekiz on çocuk dinlemiştir diye tahmin
etmişti ama hafızlıktan ve Konya İdmanyurdu tribünlerinden
arkadaşı Hafız Emin’in cılız yeğeninin dışında el kaldıran
olmamıştı. Yeşil gözleri çakmak çakmak oldu ama caminin diğer
kısmında talebe okutan cami imamının çocuklara karşı sert
tavırlarından zaten herkes rahatsızken aynı şekilde hareket
edebilme ihtimalini kendisine yakıştıramadığından kızgınlığını
belli etmemeye çalışarak “anlat sarı oğlum” dedi. Çocuk
öyle bir anlattı ki hikâyeyi tavırları da dahil adeta kelimesi
kelimesine kendisinin anlattığı ile aynı şeyi dinlediğini
farketti Ali Hoca. Bitirince “aferin oğlum sen çıkabilirsin
yarın da izinlisin” diye ödüllendirmek istedi ama çocuk
“yok hocam ben gelirim yarın da” diye cevap verdi.
Diğerlerine ise “siz yarım saat daha buradasınız” diye
seslendi biraz sert bir şekilde. İkindin namazından sonra
amcasının Aziziye Camisi’nin oradaki dükkânına gidip kendisinde
hissettiği yeteneği aktaracağı talebesinin doğru yürüyen
merdivene koştuğunu tahmin edebiliyordu… |