| 
				 
				
				“On bardak su içene etlekmek söyleyeceğim.” dedi bakırcı 
				ustasının yeğeni olan kalfa. Gevraki Hanı’nda bakır levhaları 
				çekiçleyip bardak, güğüm yapan, usta olma yolunda ter döken 
				çıraklara, diğer kalfalar bu çok cazip teklife balıklama 
				atlamışlardı. Öyle ya ustanın öğle yemekleri için verdiği yirmi 
				beş kuruş, çeyrek ekmek ile helva veya zeytine ancak yetiyordu. 
				Hele içlerinden üvey ana elinde doğru dürüst karnı doymayan iri 
				cüsseli olanı yarım ekmek ile ancak doyduğundan katıkçının 
				bedava verdiği tuza ekmek basarak ancak doyuyordu. İçlerinden 
				sadece bir tanesi on bardak suyu içebildi midesi dolup 
				taşarcasına. 
				  
				
				
				Tahta merdivenli Necatibey Mektebi’nde ilk okulu bitirir 
				bitirmez hemşehrilerinden sanatkarlığı ile nam salmış bakırcı 
				Hasan Usta’nın yanında çırak olma şansını elde etmiş ve solak 
				kullandığı çekici her kaldırıp indirişinde ateşi harlandıran, 
				körüğü her asılışında çalışkanlığı ile göze batan biri vardı. 
				Şımarık yeğen kalfa “Tamam iddiayı kazandın, etlekmeği 
				söylüyorum.” deyince çalışkan çırak hemen itiraz etti. “Dur 
				bakalım.” dedi. “Baş aşağı sallansam su dökülecek yere. Şimdi 
				nasıl yiyeceğiz yarın söylersin.” deyince ertesi gün etlekmek 
				vaadi yerine getirildi. 
				  
				
				
				Çırak, usta olduktan sonra kendi dükkanını açtı, askere gitti 
				geldi, evlendi, çoluk çocuk sahibi oldu. O yıllarda 
				Zindankale’de kurulan Muhacir Pazarı’nda zeytin, pirinç sattı 
				kardeşleriyle. Öğretmen Evleri’nde bakkal dükkanı açtılar; temiz 
				bir iş olsun diyerek. Bakırcılığı bırakıp Aziziye Camisi’nin 
				kıble tarafında attarlığa başladılar derken yıllar yılları 
				kovaladı. “Allah çalışana verir.” cümlesinden çalıştıkça kazandı 
				kazandıkça çalıştı ama laf açıldığında bir hatıra olarak bu 
				olayı hep anlatsa da bir etlekmek için on bardak su içmek 
				zorunda kalışını hiç unutmamıştı. 
				  
				
				
				Yıllar sonra vefatından birkaç zaman önce çarşıda bir eski dost 
				züccaciyecinin dükkanında denk geliverdi zamanın şımarık 
				kalfası. Hal hatır sordular birbirlerine. Kalfa bir devlet 
				dairesinden emekli olmuştu. “Vakit geçirmek için her gün dolmuşa 
				binip çarşıya geliyorum, dükkanda bir iki bardak çay içip 
				Aziziye, Kapı Camileri’nde öğle namazını kılıp geri eve 
				gidiyorum” dedi. Dünün çırağı, bugünün tüccarı: “Şimdi canına 
				okuyacağım işte! İntikam saati geldi.” dercesine gürledi. “Yav 
				arkadaş her gün her gün sen bu dükkanı niye meşgul ediyorsun! 
				Müşteri gelir paralı parasız. Borcu olan gelir ödemeye. Sana 
				devletten aylık, milletten sağlık! Esnaf dükkanında sivri sinek 
				bile yük olur. Meşgul etme bir daha burayı” deyiverdi. 
				  
				
				
				Adamcağız neye uğradığını şaşırmış bir şekilde başından aşağı on 
				bardak kaynar su dökülmüşçesine kalktı gitti dükkandan. Daha 
				kapıdan çıkar çıkmaz dükkan sahibi: “Hay Allah razı olsun Zeki 
				Dayı!” dedi. “Benim yapmak isteyip yapamadığımı sen yaptın.” 
				  
				
				
				Ona da anlattı çıraklık günlerinde yaşadıkları hikayeyi ve haydi 
				dedi: “Bolu Lokantası’na etlekmek yemeye gidelim, dükkana kalfa 
				baksın biz gelene kadar.”  |