MEHMET BAYKAN "ÖZEL"

 
DÜRÜST BİR ESNAF, ÇALIŞKAN BİR KONYALI 'ZEKİ DAYI'
 

Yirmi üç Ağustos’ta vefatından bu yana babamı yazıyorum ve sağ olsunlar yerel gazetelerimiz ile internet sitelerimiz de yayınlıyorlar yazdıklarımızı.

 

Zeki Dayı lakabına sahip olan babam ilkokul mezunu olmasına rağmen adeta entelektüel bir taşralı olarak sadece biz evlat ve yakınlarında değil onu tanımış ayaküstü de olsa iki laf etmiş herkeste iz bırakmış müstesna bir kişilikti. Son yıllarda yaşadıklarını en azından bize anlattıklarının ve bizim bildiklerimizin kalem kağıda dökülmesi için çok ısrar ettim ama bir türlü ikna edemedim. Hep boş ver kim bilecek deyip savuşturdu ama öyle bilinmesi gereken yaşanmışlıkları vardı ki iş başa düştü deyip bazılarını kısa hikaye bazılarını ise bu yazıda olduğu gibi anlatım olarak yazmaya başladım. Görev yoğunluğunda nasıl fırsat buluyorsun diye soranlar olduğunda ise uçak yolculuklarımızı işaret ediyorum. Yani havada yazıyorum!

 

Anamdan doğalı çalıştım derdi babam. Hakikaten de ilerlemiş yaşları dahil aklım erdiğinden bu yana Pazar günleri dahil hiç boş durduğunun boş kaldığının şahidi olmadık. Son pandemi süreci hariç her gün iş yerine geldiği gibi haftada bir gün de ilçe ziyaretleri yapmaktan geri kalmamıştı. Her pazar öğleden önce mutlaka muhacir pazarına gider öğleden sonra ise Çaybaşı’nda evimizin arkasındaki bahçede yaz kış kendisine bir iş bulurdu. “Sen işten korkmayacaksın iş senden korkacak” cümlesi ondan çokça duymaya alıştığımız öğütlerdendi.

 

Hayat ona öyle tecrübeler kazandırmıştı ki adeta her cümlesinde ders çıkartılacak bir şeyler bulunurdu. Mesela söze “para dil öğretir ayakkabı yol öğretir” diye başlıyorsa kesinlikle geçmişini çok iyi bildiği ama servet ya da şöhret sahibi olduktan sonra farklı bir dünyaya evrilen birisinden bahsetmesini beklerdik. Yine “oturduğu ahır sekisi, çağırdığı İstanbul türküsü” deyimi ile de tahmin edeceğiniz gibi olduğundan farklı görünmeye çalışanları anlatır, “şimdi rağbet güzel ile zengine” diyorsa da toplumda biraz farklı yerlerde olanlara yalakalık yapan birisi varsa onu kibarca uyarıyor olurdu.

 

Bir gün bir yakınının vefatı sebebiyle başsağlığı dilemek için tanıştığımızdan bu yana dostluğundan hep keyif aldığım Karatay Belediyesi önceki başkanı Mehmet Şen beyefendiyi aradım. Selamlaşıp taziye dileklerimi ilettikten sonra “Ben de sizi arayacaktım” dedi. Hayırdır başkanım diye sorma ihtiyacı hissettim. “Çikolata almak için sizin dükkana uğramıştım. Parasını öderken gramajından eksik hesapladıklarını görünce bir yanlışlık olduğunu düşünerek kasadaki arkadaşı uyarmak istedim ancak ambalaj darasının gramajdan düşüldüğünü söylediklerinde bu zamanda böyle esnaf kalmış mı diye düşünmeden edemedim” diyerek yaşadığı olayı anlatınca babacığımın ticarette örnek bazı uygulama ve nasihatleri üzerine kısa da olsa biraz sohbet ettik.

 

Esnaf ağzı ile “müşteriye cebinde parası var nasıl olsa diye fazla mal yüklemeyin, taşıyacağı kadar yük verin. Satsın bir daha gelsin almaya” öğüdünü anlattım kendisine. Toptancılar çarşısında bizim iş yerinden birkaç dükkan ötede aynı işi yaptığımız komşumuzun başka bir yere taşınmış olmasından tecrübesiz bir genç olarak ben mutlu olurken Rahmetli Babam “enayi bırak sevinmeyi üzül keşke aynı işi yapan beş on dükkan bir arada olsak piyasa olur rekabet olur daha güzel olur” sözleri ile adeta ders vermişti bize. Ambalaj malzemeleri satan bir komşumuzun bazı ürünlerinin bizim çeşidimiz içerisinde de satılabileceğini söylendiğinde “o onun kısmeti herkes işine baksın” cevabını vermiş olması da hatıralarımız arasındadır.

 

Eski Buğday pazarında önce çıraklık ile başladığı bakırcılığa daha askere gitmeden 16,17 yaşlarında kendi dükkanını açarak devam etmiş askerlik sonraki zamanlarda uzun yıllar Aziziye camisi kıblesinde bulunan Şeyh Ahmet Efendi Çarşısı’nda, ortak oldukları amcamın vefatı ile de 1983 yılından ahirete yolculadığımız 2020 yılına kadar Toptancılar Çarşısı’nda olmak üzere yaklaşık 75 yıl aralıksız ticari hayatın içerisinde bulunmuştu. Bu uzun sürenin aynı zamanda çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık süreçlerinde şehrin temel dinamiklerinden gerek mübarek zatları, gerek eşrafı gerekse renkli simaları yakından tanıması fırsatını sağlamış olması ve yeri geldikçe bizlere de yaşanmışlıklardan sık sık bahsetmesi sebebiyle oldukça geniş bir hafızamız oluştu.

 

Mesela birlikte televizyonda maçları izlerken oynanan futbolu hiç beğenmez; Nerede o Covmen’ler (Konyaspor ya da İdmanyurdu’nun futbolcusu) korner atarken bile penaltı gibi tehlike olurdu diye söze başlar en son Altay’lı Büyük Mustafa’nın eskiler gibi top oynadığından bahsederdi. Yıllar sonra Milli Takım’ın Konya’da oynanan bir maçına gitmiş ve yeni stada olan beğenisini sıklıkla dile getirmişti.

 

Kuran eğitiminin yasak olduğu çocukluğunda Hacı Fettah’ta bulunan Hacı Veyiszade hocamızın kız kardeşinin evinin önünde oyun oynar gibi yaparak birer ikişer kapıdan içeri süzüldüklerini gülerek anlatır. Yine çocukluğunda Mevlana Hazretleri’nin Kızı ya da müridi olarak bilinen Fahrünisa Sultan’ın kabirlerinin bulunduğu Çaybaşı Camisinin imamı Hafız amcadan (Prof. Dr. SaimSakaoğlu hocanın babası) dinlediklerini naklederdi. Ladik’li Hacı Ahmet Ağa ve Hacıveyiszade Hoca’mıza ait öyle çok şey anlatmışlığı vardır ki hatırladıklarımız bir değil birkaç kaç yazı konusu olur. Abdullah Büyük Hoca’nın çok genç dönemlerinde mahallemizde bulunan Yolcu Oğlu Mescidi’nde başladığı sohbetlerini sonrasında Sultan Selim ve Kapu camileri’nde hiç kaçırmamış olup yine Mustafa Özkafa Beyefendi’nin merhum babaları Süleyman Özkafa Hocamızın da nasihatlerinden sıkça istifade etmişliği vardı. Son yıllarda Esader isimli hayır kuruluşu bünyesinde Durmuş Sert hoca öncülüğünde faal olarak hizmetlerde bulunmuştu. Gerek mahallesinde bulunan Külahcı gerekse Toptancılar camisinin eksiklerini gidermek, ihtiyaçlarını karşılamak için hem çevreden katkı sağlamak hem de kendi imkanlarına seferber etmekten ve yine özellikle Ramazan aylarında hayır kuruluşlarına öncülük ederek kapı kapı yardım toplamaktan ve katkı sağlamaktan keyif alırdı. Cenab-ı Allah serveti herkese verir ama hayır yapmak kısmet işi diyerek beklenen katkıyı yapma cömertliğini gösteremeyenlere “Rabbim sehavet damarlarını açsın” diye dua eder ama kimler olduğunu asla paylaşmazdı.

 

Sahip olduğumuz statüler gereği doğal olarak eşten dosttan tanıdığı tanımadığı insanlardan gelen talepleri bıkıp usanmadan not alır ve titizlikle bize iletir, bununla da kalmaz ilk görüşmemizde “Filanın tayin işine baktın mı ya da sıkıntısını çözebildin mi?” diye takibini yapardı. Bazan baba tamam sen görevini yaptın gerisi Allah Kerim kendini yorma bu kadar dediğimizde “darda kalanın sıkıntısını çözenden Allah da razı olur kulu da. Bu da bir nevi zekat sayılır sen bir daha bak bakalım” diyerek bizi teşvik edici nasihatlerde bulunurdu.

 

İlerlemiş yaşına rağmen hareketliliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir insan olarak pandemi süreci ile birlikte eve kapanmış olmak çok ağrına gitmişti. Vakit namazlarına cemaate gidememekten duyduğu rahatsızlığın yanı sıra pazar günleri gençliğinde pirinç ve zeytin de sattığı muhacir pazarına gidemiyor olmak da ayrı bir üzüntü kaynağı olmuştu. Yine garip geçen iki bayram ayrı bir hüzne sebep olmuş camiler cemaate açıldığı günlerde çok sevinmiş, “Ülen yürümeyi unutmuşuz camiye gidip gelirken yengeç gibi yan yan yürüdüğümü hissediyorum” demişti.

 

Bu süreçte birçoğumuz yakınlarımızı kaybetmenin acısını yaşadık. Sadece salgın hastalığın kendisi değil etkileri de sevdiklerimizi aldı götürdü. 21 Ağustos günü Cuma namazından sonra geçirdiği kalp krizinden yaklaşık otuz altı saat sonra 1938 yılında Taşkent’te başlayıp türlü güzellikler içerisinde yaşanmış dünya hayatı 23 Ağustos pazar günü sabah ezanlarında sona ererek tebessümlerin en güzeli yüzüne yansımış hali ile gerçek aleme uğurladık babacığımı. Bu satırları okuyacak olanlardan istirhamımız odur ki; aklınıza geldikçe Konya’nın Zeki Dayı’sından bir Fatiha gönderiverin olmaz mı...

 
Mehmet Baykan/Merhaba Şehir, Sayı: 82-Mayıs 2021
 
DÜRÜST BİR ESNAF, ÇALIŞKAN BİR KONYALI 'ZEKİ DAYI'/Mehmet Baykan     DÜRÜST BİR ESNAF, ÇALIŞKAN BİR KONYALI 'ZEKİ DAYI'/Mehmet Baykan