| 
       
		Yağmurluk toplamak nedir diye sorsak acaba çocuklarımıza 
		bilen çıkar mı? Bilmiyorum. Belki doğma büyüme Konya'lı büyüklerinden 
		dinlemiş olması nedeni ile çıkacaktır, ama bu soruyu sen hiç “yağmurluk 
		topladın mı çocuk?” diye sormayı denersek zannetmiyorum ki olumlu cevap 
		alalım. 
		
		Bahar aylarında ikindi saatleri gök gürlemeye başladığı 
		zaman sabahçı olup okuldan gelenlerimizin içi kıpırdamaya başlar, 
		annelerimizin “vurgunu 
		yiyin gelesice nere giden rahmet yağıyor, ıslanacan” itirazlarına 
		rağmen ne yapar eder örtmeden ya da izbeden tencere tabak ne bulursan 
		kapıp sokağa çıkar ve aynı yolu izleyen akranlarımız ile birlikte 
		mahallede çalmadık kapı bırakmamazcasına başlardık yağmurluk toplamaya. 
		
		Tahta kapıların varsa tokmağına sarılıp yoksa küçük 
		ayaklarımız ile tekmeleyerek koro halinde yağmurluk nidaları ile 
		açılmasını beklediğimiz kapıların bir kısmı duvar olup ses vermese de 
		cömert annelerin “durun 
		durun dövüp durmayın gapımızı gahrolmayasıcalar, çocuğu zor uyuttum 
		zaten” şeklinde kızmaları ile birlikte açtıkları kapıdan 
		ellerinde bulgur veya tereyağı ya da salça gibi pilav malzemeleri ile 
		görünüvermeleri bayramımız olurdu inanın. 
		
		Bulgur pilavını yapmak için yeterli malzemeyi 
		topladığımıza kanaat getirdiğimiz anda tartışma başlardı. “Pilavı 
		kimin annesi pişirecek? Geçen sene benim annem pişirdi oğlum banane” itirazına “yok 
		ya benim annem pişirdi yalan söyleme len” karşı çıkışları bir 
		şekilde sonuçlanıp birimizin evinde pişen pilavı yere çömelerek tahta 
		kaşıklar ile mahallenin bir kuytu köşesinde yerken, bahar yağmuru 
		sonrası sıcak yüzünü gösteren güneş ile birlikte gökyüzünde beliren 
		gökkuşağını seyre dalmak ayrı bir çocukluk anısıdır bizim için. 
		
		Hiç unutmuyorum yine böyle yağmurluk topladığımız bir gün 
		pilavın nerede pişeceği tartışması kavgaya dönüşüp kapı kapı dolaşıp 
		topladığımız malzemeler asfaltın üzerine saçılıp boşa gitmişti. Çocukluk 
		işte. Belkide başka bir yazı konusu olacak kadar hatıralarımızda yer 
		tutan şivlilik, fener alayı gibi yöresel adetlerimiz apartman ve 
		sitelere dönüşen yaşam biçimlerine mağlup olmadan günümüzde de varlığını 
		sürdürüyorlar. 
		
		Belediyelerimizde bu geleneklerin yaşatılmasında katkısı 
		büyük ama yağmurluk toplamak gibi belki de baharın ve rahmetin sahibi 
		Cenab'ı Allah'a şükrün bir ifadesi olan geleneğimizi tekrar canlandırmak 
		için yaklaşan Nisan ayında özellikle Meram ve Karatay belediyelerimizin 
		bir şeyler yapabileceğini düşünüyorum. 
		
		
		VE MAHALLE MAÇLARI 
		
		Artan şehirleşme ile birlikte boş ne kadar arsa var ise 
		yeni binalar ile dolduğu için bugüne taşıyamadığımız güzelliklerden 
		biriside mahalle maçlarımız oldu. Elbette yeni oluşan yapılaşmalarda 
		park, oyun alanı, spor alanı gibi imar uygulamaları geçmişe nazaran çok 
		daha modern ve özendirici. Şehrin her tarafı nizamı çim futbol sahası 
		veya resmi ya da özel kuruluşlara ait halı sahalar ile dolu. 
		
		Bizim bahsettiğimiz tabiri caizse yitiğimiz asfaltın 
		üzerinde ya da tarla, harım gibi isimlerle anılan boş alanlarda 6'da 
		devre 12'de bitme esası üzerine oturtulmuş zaman mehfumuna bağlı olmayan 
		son gol atılmamışsa eğer havanın kararması ile birlikte “gol 
		atan galip” mecburiyetiyle bitirilen, 3 kornerin 1 penaltı 
		sayıldığı, plastik veya futbol topu ile oynanan maçlardı. Normal üst 
		başla oynanıp hele asfaltın üzerinde okula giydiğiniz pantolon ile 
		düşüpte diz kapağı yırtıldı mı eve hesabını verebilmek gibi bir dert 
		sahibi olmak veyahut saatlerce debelenip toza toprağa bulanmış bir 
		şekilde eve dönerken aynı şekilde bir sıkıntı yaşamak gerçeği ile hergün 
		karşı karşıya kalınırdı. Karşılıklı ikişer taştan kurulan kaleleri 
		kıdemli büyüklerin adımlaması ile sergiden karpuz seçer gibi bekleşip 
		duran mahellenin çocukları arasından “seni 
		aldım, seni aldım” diyerek oluşturulan kadrolar aşağı yukarı 
		güç dengesinde olurdu. Çünkü devamlı bir arada olunduğu için herkesin 
		yeteneği bilinir ama bir ya da iki kişinin tercihi maç sonucunu 
		belirlerdi. Hala aklım ermez ama “sen 
		kaleye geç” talimatı çoğunlukla cezalandırılması 
		gerekenlerimize verilir, ya da 2 gol yiyen kaleci değişir kuralı asla 
		bozulmazdı. Çok gol yedikleri için de kova kaleci hikayelerine böylece 
		zemin hazırlanırdı. Bu maçların en eğlenceli anları ise eğer kaleci 
		dahil herkes çalımlanır, o top çizgiye kadar götürülür ya topuk dürtmesi 
		ya da yere yatıp kafa, burun, alın gibi vucut kısımlarının dürtmesi ile 
		gol atılırsa, şamata daha da büyürdü. Bazı tartışmaya açık pozisyonlarda 
		anlaşma sağlanmazsa, yoldan geçen, toptan anlayan ya da anlamayan biri 
		hakem tayin edilir ve ona sorulurdu. Onun verdiği karara itiraz 
		edilmezdi. Kaleler taştan olduğu için atılan şut önce defansa çarpıp 
		sonra taşın üstünden geçtiyse şutu atan takım “gooll” diye 
		yaygara çıkarırdı. Rakip takımın “gol 
		değil kale üstü” cevabına, “gol 
		yoksa korner o zaman ver topu” diyerek racon kesilirdi. 
		
		Asfaltta oynanan maç konusunu biraz açayım anlamayanlar 
		olabilir. Bir ucu Paşalı köprü bir ucu Uluırmak caddesi olan bizim 
		Çaybaşı caddesinden belki 10-15 dakikada bir araç geçer ve rahatlıkla 
		maçlarımızı oynardık. Üstelik o yıllarda Çumra'dan Şeker Fabrikasına 
		pancar götüren kamyonlarda bu caddeden geçerdi. 1950'lerde 14 Mayıs ismi 
		ile kurulup 1960 darbesinden sonra 27 Mayıs, 12 Eylül'den sonra ise 
		Yunus Emre ilkokulu olarak isim değişikliklerine uğrayan ve bu özelliği 
		ile maşaallah ülkemizin demokrasi tarihini derinden yaşayan okulumuzun 
		bahçesinde top oynamak ise hademenin insafına ya da kafaya alınmasına 
		bağlıydı!!! 
		
		Bu mahalle içi futbol maçlarının komşu yada uzak 
		mahalleler ile karşı karşıya gelinen turnuva maçlarına dönüşmüş hali ise 
		ayrı bir öneme sahip olup mahalle büyüklerimiz katılma kararı verdikten 
		sonra günler sürecek hazırlıklar başlardı. Para bulunabilirse Konya 
		İdmanyurdu çarşısında lakabı “Kambur 
		Haydar” olan ya da Saray Çarşısının alt katında spor malzemesi 
		satan eski futbol hakemlerimizden Muammer Siper (Saray Spor) veya bir 
		gömlekçiye forma yaptırılır bulunamaz ise bildiğiniz beyaz atlet üzerine 
		boya fırçası ya da başka bir şekilde bir türlü renk atılırdı. Mevlana 
		ortaokuluna başladığımız yıl beden eğitimi dersinde mecbur olduğundan 
		dolayı eşofman almak üzere Saray Çarşısı'nın bodrum katında merdivenin 
		hemen altında Muammer Siper'in spor malzemesi sattığı dükkanına gittik. 
		Kırmızı beyaz bir eşofman beğendik. Babam parasını öderken Muammer Siper 
		“inşaallah milli takımda oynarsın” dedi, ama o gün için bizim 
		ihtimalimizde olmayan bir dilekti. Kadere bakın milli olamadık ama milli 
		takımlara yönetici olarak belki de hayal olan bir dileği yıllar sonra 
		gerçekleştirmiş olduk. 
		
		En iyi top oynayanlardan oluşan kadroya daha az 
		yetenekliler yancı olarak dahil olup genelde bahar ve yaz aylarında 
		organize edilen turnuva maçlarına gidilip toprak alanlarda kereste 
		çakılarak kurulmuş kaleler ve toz kireç ile çizilmiş nizamı olmayan 
		ölçülerde oyanan maç sonucunda galip gelen takım sonucu hafta içi yerel 
		gazetelere mutlaka yayınlattırırdı. "Şehrimizin 
		Gayri Federe takımlarından Şanlı Kartal ile Aymanasspor arasında" diye 
		başlayan ve kadrolar ile maç sonucunun yer aldığı gazete mahalleye 
		getirilir ve defalarca okunurdu. 
		
		O yıllarda Konya 1. Amatör Küme'sinde sadece 10 takımın 
		yer aldığını düşünürsek “Gayri 
		Federe” diye tabir edilen semt takımlarının fazlalığı doğal 
		diye düşünüyorum. 
		
		Mustafa Özkafa bey'in Karatay Belediye Başkanlığı 
		sırasında Aslanlı Kışla'da toprak alanda başlattığı turnuvalar şimdi 
		orada bulunan çim sahada yıllardır devam ediyor. Artık mahalle 
		maçlarının yerini hali saha turnuvaları aldı artık ama toz toprak 
		maçların keyfi kalmadı diye düşünüyorum ya da bize öyle geliyor.  |