Bundan bir önceki yazımın bitimini, “Laf
lafı açarken, konudan konuya geçerken, “Salma
Helil”den bahsederken, bizim çarşının, yani “Ahmet
Efendi” çarşısının gülü, Hakkı'nın da “Hakkı”ını
vermemek, ondan sözetmeden geçmek olmaz. Anlayacağınız haftaya da
burdayız efendim” diyerek noktalamıştım. Buradan yola çıkarak, sadece “Ahmet
Efendi” çarşısının değil, Dolav mahallesinin, dolayısıyla
Konya'nın gülü Hakkı'yla devam edelim.
Başında devamlı taşıdığı ve nereden bulduğunu
bilmediğimiz polis şapkası ve elinden düşmeyen bekçi düdüğü ile akşama
kadar pasajın önünde bir o yana bir bu yana gidip gelip düdük öttüren
bir garip Hakkı'mız vardı bizim. Kendince numaralar yapıp esnafı
korkuttuğunu zanneden ve korkmuş gibi yapmanız ile mutlu olup kahkahalar
atan, ikram ettiğiniz bir bardak çay ve bir sigara ile kendinden geçen,
yanan sigarayı ağzının içine alıp geri çıkartarak akrabosi yapan garip
Hakkı ne hikmetse bir dükkan duvarında asılı tezgahında dini kitaplar
satan ve geleni gideni elini öpeni hiç eksik olmayan Hoca babasını hiç
sevmez ve hatta bazen babasına karşı saldırganlaşırdı. Kimbilir belkide
iç dünyasında mevcut halinin sorumlusu olarak babasını görüp hıncını
alamaya çalışırdı!
Esnaf dükkanlarının olmazsa olmazıydı piknik tüplerin
üzerinde öğleye doğru aş kaynaması. Mevsimine göre patlıcan, fasulye
veya patates yemeği hazırlığı, kuşluk vakti başlar bir taraftan
müşterilere bakılırken, diğer taraftan malzemeler hazırlanıp dükkanların
önünde tencereler kaynamaya başlardı.
Tencerinin içine az da olsa kıyma, kuşbaşı da girdi mi
tadından yenmez olur veya yarım kiloya kıymaya yumurta kırıp, soğan
domates doğrayıp, ister “melemen” deyin ister bizim “Ahmet
Efendi Çarşısı” tabiri ile “kendim
buldum” deyin pratik hazırlanmış yemeğe ekmeği banarak yemenin,
daha doğrusu löpür löpür mideye indirmenin lezzeti 'fırın
kebabında yoktu' desem yeridir.
İşte böyle şaka kaldırır komşusunun kapının önünde
kaynayan tenceresine çaktırmadan bir avuç kırmızı biberi boca eden ve
tam sofraya oturulduğunda kapıda görünüp 'buyur
seni de yiyelim' davetine, 'sağolun
ben tokum' diyerek icabet etmeyip bir lokma alanın 'yandım
Allah' diyerek çeşme'ye koşuşunu seyreden muzip amcalarımız da
vardı.
Ya da kasapta içi hazırlanıp “Eski
Garaj” tarafında fırında yaptırılan etliekmeği, taze bebek
taşır gibi hassasiyetle getirip tam sofra kurulduğunda çıkıp gelen
müşteriye kimin kalkıp bakacağı ve kalan soğuk etliekmek ile karnını
doyuracağı gibi bir sıkıntı hep yaşanırdı bizim dükkanda.
Laf aramızda kalfa ve çırakların hiç sevmediği müşteri
öğlen yemek sırasında ve akşam tam dükkanı kapatma anında gelen
müşteriler olup onlara karşı pek de iyi niyet beslenilmezdi!!
Muziplikleri ile ünlü bir çarşı esnafının işlerin durgun olduğu bir
ikindi vakti beş altı kişinin dükkan önünde oturarak sohbet ettiği bir
sırada alimünyum tencere içine patlayıcı torpil doldurup hemen
yanıbaşlarında patlatması ağır bir şaka olarak durur hatıralarımızda. Ya
da üç ayların başlangıcında güzel geleneklerimizden birisi olan şivlilik
günlerinde mahallelerden çarşıya şivlilik toplamak için gelen çocukları
arkasına takıp yan komşusunun dükkanının içerisine bir paket sakızı
atarak, hayvanat bahçesinden kaçan bir “Fil”in
züccaciye dükkanına girmesi gibi bir şey olurdu. Çocuklar tek bir sakız
için dükkanın altını üstüne getirirlerdi.
Önceki yazılarımızda bahsettiğimiz “Ramazan
Ayları”nda şehrin efsanelerinden “Efe
Hasan” reisliğindeki meczuplarını bağ evine davet edip, iftarı
yaptırıp diş kiralarını da verdikten sonra bir türlü kalkıp gitmemeleri
üzerine ev sahibinin bunları bahçede sıra sıra dizip trencilik oynatma
bahanesi ile bir iki döndürüp açık bıraktığı kapıdan dışarı
çıkartıvermesi ince bir esnaf zekası ürünüdür.
Helal kazancın, sabır ve sebatın olmazsa olmazı
dükkanların erken açılanı makbul olup “işte
sabahın, aşta sabahın” deyimi şimdilerde biraz sekteye uğramış
durumda herhalde. Televizyonun ya da bu kadar çok kanalın olmadığı
zamanlarda erken yatıp, sabah namazını çarşı camilerinde kılarak “Bismillah” deyip
dükkan açmak fazlası ile o günlerde kalmış olsa gerek.
Son yıllarda haftada bir olsa da cuma sabah namazlarını “Kapı
Cami”sinde kılıp “Kaşıbeyaz”da
çorbasını içen ve işyerine geçen arkadaş gruplarının çoğalmaya başlaması
gerçekten sevindirici. |