| 
				 
				
				Sınıfın kapısı sert bir şekilde açıldı birden. 
				Bir müdür yardımcısı arkasında polis ve askerlerle sınıfa 
				dalmıştı. Ne olduğunu anlayamayan öğrenciler birbirlerine, hoca 
				öğrencilerine öğrenciler hocalarına şaşkınlık ile bakarken 
				öndeki polisin bağırması ile bütün sınıf irkildi. “Beyler ayağa 
				kalkın, hepiniz ellerinizi başınızın üstüne koyarak sıraların 
				önüne çıkın.” 
				
				
				  
				
				
				Okulların kapanmasını dört gözle beklemiş ve yaz 
				tatilini hiç bu kadar özlememişti. Ülkenin diğer şehirlerine 
				göre nispeten sakin bir ortama sahip olsa bile Konya’da da 
				huzursuzluk her geçen gün artmakta lise ve üniversite 
				öğrencileri arasında sağ sol kavgası hatta zaman zaman sağ sağ 
				kavgası şeklinde olaylar yaşanmakta kimi zaman ölüm ile 
				sonuçlanan kavgaların boyutu “Bu gidiş nereye ?” endişesinin tüm 
				şehirde artmasına sebep olmaktaydı. Gidişin nereye olduğu yıllar 
				sonra çok iyi anlaşılacaktı ama herkeste asker müdahale etse de 
				memleket kurtulsa düşüncesi hakim olmaya başlamıştı. Öyle ya 
				parti liderleri bir araya gelemiyor daha doğrusu gelmiyor, her 
				gün gazetelerde boy boy ülke genelinde meydana gelen ölümlerin 
				bilançoları yayınlanıyor, Anadolu Medeniyeti’nin göstergesi 
				olarak farklı mezheplere mensup insanların yan yana yaşadığı 
				kimi kentlerde büyük olaylar yaşanıyor, alınan sıkıyönetim 
				tedbirleri de bir işe yaramıyordu. 
				
				
				  
				
				
				Okullar kapanmış ve yaz tatili başlamıştı. Her 
				zaman olduğu gibi yine takdirname ile lise 3. sınıfa geçmişti. 4 
				yıllık Teknik Lise eğitiminin sonuna doğru yaklaşıyordu. 
				Hayalinde hep Hukuk Fakültesi okumak vardı ve bu uğurda lise 
				eğitimini bir yıl daha uzatmayı bile göze alıp Endüstri Meslek 
				Lisesi’nden Teknik Lise’ye geçmeyi başarmıştı. Temmuz ağustos 
				derken eylül ayı gelmiş, kısa bir süre sonra okullar açılacak 
				yeni bir eğitim yılı başlayacaktı. Yaz tatili demek babasının 
				dükkânında çalışmak olduğu için o sabah da “Haydi kalk! Dükkâna 
				geç kalacaksın.”denmesini bekliyordu ama ne annesi ne babası bir 
				türlü odasına gelmemişti. Babam herhalde biraz yatsın dedi diye 
				düşündü. Günlerden cumaydı. Kahvaltı yapar doğrudan Cuma’ya 
				giderim diyerek tekrar uykuya dalmak üzereydi ki kapı açıldı ve 
				odaya annesi girdi. “ Kalk oğlum ihtilal olmuş.” deyiverdi. 
				“İhtilal mi ne zaman olmuş ya ?!”demesinden uykulu haliyle pek 
				bir şey anlamadığı anlaşılıyordu ama babası da işe gitmediğine 
				göre gerçekten bir şeyler olmuştu. 
				
				
				  
				
				
				Olağanüstü şartlarda olağanüstü gelişmeler olmaya 
				başlamıştı memlekette. Sokak kavgaları bıçak gibi kesilmiş, her 
				gün yeni gözaltı ve tutuklama haberleri gazetelerde 
				televizyonlarda çarşaf çarşaf yayınlanıyor, siyasetçilerin nasıl 
				beceriksizlikler yaptıkları manşetleri süslüyor böylece zaten 
				dip yapmış olan halkın siyasete ve siyasetçiye olan ilgisinin 
				adeta iyice bitirilmesi hedefleniyordu. Ülkede yaşananlara 
				paralel olarak şehirde de benzeri gelişmeler oluyordu. Birçok 
				milletvekilinin gözaltına alındığı, şehrin manevi önderlerinin 
				ve gençlik liderlerinin Dutlukırı’nda sorgusuz sualsiz tutulduğu 
				kulaktan kulağa konuşuluyor, işlek caddelerin duvarlarına asılan 
				arananlar listesinde herkesin tanıdığı simaların fotoğrafları 
				yer alıyordu. 
				
				
				  
				
				
				İhtilal şartlarında okulların açılması 
				ertelenmişti. Ve nihayet o günkü sıkıyönetim şartlarında eğitim 
				öğretimin başlayacağına kanaat getirilmiş olacaktı ki ilk ve 
				orta öğretim okullarının açılacağı tarih açıklanarak öğrenciler 
				okullarına kavuşmuştu. Kavuşmuştu da sıkıyönetim şartları 
				okullarda da geçerliydi. Öğretmenler önceki yıllarda 
				öğrencilerin kendilerine karşı disiplinsiz davranışlarının adeta 
				intikamını alırcasına sert ve acımasızdı. İhtilali yeterli 
				görmeyip biran önce idamların yapılması gerektiğini savunanlar 
				bile vardı. İdeolojik birikimi ve dava bilinci olan kimi 
				öğrenciler ise ders aralarında bile bir araya gelmekten 
				çekiniyor okul bahçesinde biraz kalabalıklaşma olduğundaysa 
				nöbetçi hocalar dağılın diyerek hemen müdahale ediyorlardı. 
				Lider konumundaki kimi öğrenciler okullar açılmasına rağmen 
				ortalıkta görünmezken bir kaç öğrencinin de  dersteyken gelen 
				güvenlik görevlilerince götürüldüğü konuşulur olmuştu. 
				
				
				  
				
				
				Dersler yavaş yavaş başlamış kitap eksikleri 
				tamamlanmış ilk günlerde elde bir defter birkaç kitap okula 
				giderken ertesi gün çanta ile gitmenin vaktinin artık geldiğine 
				karar vermişti o akşam. Sabah babasının önceki yıl İstanbul’dan 
				getirdiği Bond çantasını hazırlayıp okulun yolunu tuttuğunda her 
				şey normaldi. Sınıfa girip çantasını açtığında birden büyük bir 
				şaşkınlık yaşayacaktı. Çantanın gözünde ihtilal öncesi 
				faaliyetlerine katıldığı Akıncılar Derneği, Milli Türk Talebe 
				Birliği’ne ait marş kitabı, ders programı gibi dokümanlar 
				çantanın gözünde duruyordu. Sevinsin mi üzülsün mü bilemedi. 
				Zira ihtilal sonrası evde olmadığı bir pazar günü babasının 
				oğlumu da alır götürürler korkusu ile dergi, kitap, kartpostal, 
				kaset geçmişe ait ne varsa evin bahçesinde yakmış olmasına çok 
				içerlemişti ama sesini de çıkartamamıştı. Hiç olmazsa bunlar 
				kalmış diye sevinecek oldu fakat bu seferde içinde bulunulan 
				olağanüstü şartlarda çantasında onları taşımanın suç 
				oluşturabileceğini düşüncesine kapılıp kaygılanmak durumu ile 
				karşı karşıya kalmıştı. Öğle yemeğine eve gidince kitap dolabıma 
				saklarım diye düşündü. 
				
				
				  
				
				
				Sınıf arkadaşlarının hepsi gibi o da ellerini 
				başının üstüne koymuş bir şekilde bir polisin aramasından 
				geçmişti ve öylece bekliyorlardı. Bu sırada iki poliste ahşap 
				sıralarda arama yapıyorlar ve genelde çantaları açıp 
				bakıyorlardı. Polis oturduğu sıraya yaklaştıkça heyecan, kaygı 
				ve korku karışık bir duygu yoğunluğu gitgide artıyor böyle 
				zamanlarda hep olduğu gibi yüzünün kıpkırmızı olduğunu 
				hissediyordu. Gidenin hiç suçu yoksa bile en az altı ay 
				Dutlukırı’nda tutulduğu zamanlardı ve kendisini orada görmeye 
				başlamıştı bile. Normal şartlarda bir kaç kâğıt parçası 
				denebilecek şeylerin o anda suç unsuru olarak görüleceğinden adı 
				gibi emindi. Tüm bunları düşünürken yumduğu gözlerini açınca bir 
				anda çantasının sıranın üstünde durduğunu gördü. Metal kilitler 
				tak tak diye açılırken beyni zonklamaya başlamış neredeyse 
				dizlerinin bağı çözülmek üzereydi. Geçmek bilmeyen saniyeler 
				yaşanırken birden beklentisinin aksi yaşandı içine şöyle bir göz 
				attığı çantayı polis memuru geri kapatıp sıranın üstüne 
				bırakıverdi. Adeta bir mucize gerçekleşmişti! Yüzünün 
				kızarmasının geçtiğini, dizlerinde kaybolan dermanın hızla geri 
				geldiğini hissetmeye ve içinden çok şükür Yarabbi diye dua 
				etmeye başlamıştı. 
				
				
				  
				
				
				Müdür yardımcısı tarafından öğrencilerin bahçede 
				toplanması anonsu yapılınca sınıf arkadaşları ile birlikte 
				merdivenlere yönelirken olayın yaşandığı dersin hocasının 
				kendisine seslendiğini duyunca “Buyrun hocam .”dedi. Sende bir 
				gariplik var ne oldu?” diye soran hocaya ne cevap vereceğini 
				bilemedi. Yok, hocam bir şey diyecek oldu ama yılların tecrübesi 
				bir şeyler olduğunu hissetmişti. “Neyse evlat.”dedi “O halinin 
				geçmiş olduğunu görüyorum her neyse yaşadığın gelmiş geçmiş 
				olsun haydi bakalım arkadaşlarının yanına marş marş! ” 
				deyiverdi. Emredersiniz hocam diye avazının çıktığınca 
				bağırmıştı. Marş marş komutunun biraz mânâlı söylediğinden olsa 
				gerek cevabı da  mânâlı olmuştu!  |