“Aziziye
Cami”sinin müdavimleri ile virgül attığım geçen haftaki yazıma
kaldığım yerden, daha doğrusu, çocukluk ve gençlik anılarıma devam
edeceğim. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Neşe Karaböcek, Huri Sapan, Ümit
Besen, Selahattin Alpay, İbrahim Tatlıses'in şarkılarından liste yapıp “Ses
Plak”ta kaset doldurtturmanın moda olduğu yıllardı.
Aşık Salihi “Saliha”sına Larende yokuşunu işaret ederek
'yalvarırım çıkma yüksek yokuştan' diye şarkı bestelerken, diğer bir
şarkısında da 'sen bir gün kırmızı mersedes içerisinde gelin giderken'
diye seslenince, gelin arabası için eşten dosttan kırmızı mersedes
ayarlamak moda oluvermişti.
“Uzun
Harmanlar”da toprak su kanalları boyunca iğde ağaçları henüz
kesilmediği, “Çakıl Harmanlar”da
yastıkçıların sebep olduğu yangınlara müdahele etmek için ayda bir “Paşalı Köprü”den
telaşla giden itfaiye araçlarını merakla takip edip, “Kurtuluş” taraflarında
raylara koyduğumuz madeni 2.5 liralarımızın üstünden geçen kara
trenlerce dümdüz edilmesini, heyecanla gözlediğimiz, kaçak göçek izinsiz
gittiğimiz “Meram”da
suya girdiğimiz zamanlardı.
Sedirler'e “Türbe
Önü”nden at arabası dolmuş kalkarken, Hükümet önünden “Öğretmen Evleri”ne, “Araplar”a
ister “Tripörtör” deyin,
ister “Arçelik” ile
ama mutlaka 6 kişi dizdize gitmek garip ama özlem duyduğumuz günler
olarak yerinde duruyor.
Hele de her dönüşte bir tarafinıza saplanacakmış gibi
duran direksiyonlu şoför mahalline oturmuşsanız sizden iyisi yoktu.
Arçelik'i ya da Tripörter'ü kullanan amcanın ya da abinin yanına
oturmak, biraz daha havalıydı. Burada bir gerçeği de belirtmek lazım. O
dönemleri hatırlayanlar, özellikle de şoförlerin yanında oturanlar
bilir. Kilosu yüksek amcalar ile yengeler, teyzeler çok yer
kapladıkları için, şöforler tarafından görmezden gelinirlerdi.
Daha modern toplu taşıma araçlarına kavuşmak nasip oldu.
Şampiyon olup o zamanki ismi ile 1. lige çıkan Konyaspor'a gelir elde
etmek amacı ile açılan dolmuş hatları ile birlikte Inter, Magirus
minibüslerin ortaya çıkması gerekiyordu. Böylelikle iki büklüm binilen
tanımadığınız insanlar ile diz dize yolculuktan gosdura gosdura
yolculuğa terfi edilmiş oldu. Yeri gelmişken Tercüman gazetesinin hiç
bitmeyen kampanyaları ile sahip olunan, “Murat 124”lerin
yan oturan ve bir tanıdık gördümü havalı kornası ile da dat yapan
şoförlerini de anmış olalım.
Diğer taraftan Afganistan'ın Rusya tarafından işgali ile
birlikte zaten ileri derecede taraf olduğumuz siyasi düşüncelerimiz
kendimizce daha bir militan ruha bürünmüş kitaplıkta düzenlenen Ali
İhsan Vatankurtaran hocamızın başkanı olduğu “İslamı
Değerleri Tanıtma Vakfı”nın Aşık Kul Sadi tadındaki geceleri
daha bir anlamlı hale gelmişti.
Yine Abdullah Büyük hocamızın önce kitaplıkta
konferanslar ile başlayıp sonra “Sultan
Selim” ve “Kapu
cami”lerinde devam eden vaazları ile gönüllerimiz coşup
beyinlerimiz doluyorken, yaz “Ramazan”larını “Sultan Selim'in çevresinde
bugün bile olmayacak kalabalık cemaatlerin katıldığı teravih namazları
ile taçlandırmak gibi bir manevi keyfi yaşıyor idik.
Geçen hafta “Aziziye
cami” kıble tarafında işyerimizin bulunduğu “Şeyh
Ahmet Efendi” çarşısını da içerisinde barındıran ticaret
bölgesinden bahsetmiştim bir miktar. Konya'nın ticari hayatına önemli
bir katkı yapan birçok işadamının ya da işletmenin ilerleyen yıllarda
kendini gösterdiği büyümenin temelleri buralarda atılmıştı aslında.
Organize sanayiler, çeşitli meslek gruplarının
kümelendiği siteler, farklı bölgelerde fabrikalaşmalar hep buralardan
filizlendi. Gidin organizelerde rastgele bir fabrikanın kapısını çalın
bakalım geçmişinde “Eski
Garaj” civarında bir otomobil tamirhanesi ya da küçük bir
bakkal dükkanı var mı, yok mu? Zamana dayalı işletmeler el değiştiriyor
ya da piyasada söz sahibi firmalar, sermaye sahipleri değişkenlik
gösterebiliyor.
Yine babamin önemli bir tesbitidir; bu şehirde 3. nesile
aktarılabilmiş varlıkların pek az olduğu. Bugün 1960 ve 70'lerden
faaliyet alan ve yerleri değişkenlik gösterse de ticari hayatını devam
ettiren ve yeni kuşakların devralıp büyüterek yola devam ettirdiği
işletmelerin gün geçtikçe çoğalması gelecek adına ümit veriyor. 2 devlet
2 vakıf ve birisi de yılda olmak üzere 5 üniversitenin varlığı düne göre
bugünün önemli katma değerlerinden olup işletmelerde süreklilik
sağlanması konusunda önemli bir etken olacaktır diye düşünüyorum.
Çocukluk yıllarımızda bisikletimiz de oldu, her makul
gelir sahibi ailelerin çocuklarının olduğu gibi. Sadece bisikletim
değil, Peugeot marka motosiklete de sahip oldum.
Lise 2'ye geçtiğimiz sene babam, “İstanbul
Caddesi”nde bulunan “Uğurel
Ticaret”ten yani rahmetli Recep amcanın dükkanından amca oğlum
Ahmet'e ve bana birer motosiklet almıştı. Böyle bir motosiklete sahibi
olmak o yıllarda biraz daha ayrıcalıktı.
Yıllar geçip evlat sahibi olduktan sonra aklımız başımıza
geldi, aman ALLAH'ım kaportası insan olan motosiklete nasıl ve ne
cesaret binmiştik. Hiç unutmam Form kavşağında ışıkta birlikte kalkıp,
yarıştığımız ya da kapıştığımız başka bir motosikletinin Anıt virajını
alamayıp DSİ tarafında bulunan orta refüje uçup gittiğini.
Tabi her gün oradan gelip geçen ben, viraja hızımı
azaltarak girdiğim için arkama bile bakmadan gazlayıp gitmiştim okuluma.
Ben oğlumun motosiklet kullanmasına izin vermedim, ama yaşı tuttuğu anda
ehliyeti alıp arabanın direksiyonuna oturtacak imkana sahip olduk çok
şükür.
Sevgili Recep Çınar'ın bir yazısından yola çıkıp nerelere
geldik değil mi? Haftaya da ilk yazıda belirttiğim gibi çocukluğumuzun
ve ilk gençliğimizin geçtiği Aziziye camisi etrafındaki dostlarımız ve
hatıralarımızdan bir miktar bahsedip kısa süreli köşe yazarlığı
maceramızı bitirelim inşaallah |