Recep Çınar kardeşimin “Amanın Sille” başlıklı yazısını
okuyup üstelik bizimde çocukluğumuzun ve gençliğimizin
geçtiği “Bedesten, Kapu ve Aziziye cami”leri, “İstanbul
caddesi” gibi Konya'nın daha doğrusu eski Konya'nın kalbi
diyebileceğimiz mekanlardan bahsettiğini görünce doğrusu
bizim de bu mekanlara ilişkin birşeyler yazmayı canımız
çekti ve başladık yazmaya..
“Aziziye cami” civarı no 20 babamın “Ahmet Efendi
Çarşısı”ndaki işyerinin mektup adresiydi.
Bugün “Aziziye Cami”sinin kıble tarafında genelde mutfak
eşyalarının satıldığı çarşının, girişinde ise Konya'lının,
özellikle sanayide çalışan ustaların, kalfaların cumartesi
günleri yağlardan paslardan arınmak için, Konyalı deyimiyle
yunmaya, yani yıkanmaya geldiği “Ahmet Efendi Hamamı”
vardı.
“Şeyh Ahmet Efendi Vakfı”na ait pasajın bir tarafı camiye
bakan, diğer kapısı ise pasaja açılan 60 metrekarelik
dükkan, babam ve ortaklarının 60'lı yıllardan itibaren
ticaret ile uğraştıkları ve bizim de aklımızın ermeye
başladığı andan itibaren doğal olarak ticareti hayatı
solukladığımız bir mekan olarak hayatımızda belirleyici bir
rol oynadı.
70'li ve 80'li yıllarda siteleşme şeklinde şehrin ticaret
hayatı Selçuklu bölgesine kaymadan önce, Eski Garaj,
bölgesinden başlayarak Yeni çarşı, Eski hal, Marangozlar
içi Sobacılar içi, Kapu cami, Aziziye cami ve Türbe önü
Sultan Selim cami üçlemesi arası ile İstanbul caddesi (Eski
garajdan kalkan otobüslerin İstanbul istikametine gittikleri
yol olduğundan olsa gerek bu isim ile anılır) çevresinde
ticaretin kalbi atardı diyebiliriz.
Gerek yaz tatillerinde, gerekse Teknik Lise'deki
öğrenciliğimiz döneminde esnaf çocuğu olmanın olmazsa olmazı
dükkana gitmek gibi bir mecburiyeti vardı. İlk ve ortaokul
döneminde 'mahallede köpek taşlayacağına dükkana gitmek',
'lisede ise sağa sola takılacağına okuldan kalan zamanında
dükkana gitmek' bu mecburiyettendi. İlerleyen yıllarda, o
zamanlar istemeye istemeye uyduğumuz bu mecburiyetlerin
aslında bizim hayata daha iyi hazırlanmamıza sebep olduğunu
o kadar iyi gördük ve yaşadık ki anlatamam.
Altınapa barajından gelen suyun akıp gittiği ve bizimde
kapatılmadan öncesine yetiştiğimiz çay'dan ismini alan
Çaybaşı semtinden, Hacıfettah mezarlığı ile Baruthane
Caddesi'ni takip ederek şehrin meyve ve sebze ihtiyacının
karşılandığı eski hal'in oraya çıkıp Cingenoğlu fırının
sırasındaki bakkalın önünde sergiden gazete başlıklarını
okumak ne kadar keyifliydi anlatamam.
Yine Kapu camisinin önündeki meydanda saat, radyo, çakmak,
tesbih gibi eski-yeni gereçleri alıp satanları bir süre
izlemek de aynı keyifli zamanlardandı bizim için. Yıllar
sonra bir mübarek gecede oğlum ile birlikte Kapu camisine
gittiğimde meydan bana küçülmüş gelmiş ve babama sormuştum.
“Benmi yanıldım yoksa meydan mı küçüldü?” diye.
“İkiside değil” demişti babam. “insan yaşlanıp büyüdükçe
gözleride büyüyor ve baktıklarını küçülmüş hissediyor!” diye
de eklemişti. Bu cevap babamdan aldığım önemli hayat
derslerinden birisi olmuştur benim için.
Sonra Bedesten içi ve Attarlar içinden geçerek dükkana
varış. Bu yolun birde Stadyumun arka tarafındaki şimdiki
Meram EML'den çıkıp, Anıt, Gazi lisesi, Zafer, Alaaddin,
İplikçi camisi güzergahından gelineni oldu ilerleyen
yıllarda.
Bu
güzergahın oyalandıran, mıknatıs gibi kendine çeken kısmı
ise erkek egemen Teknik Lise öğrencileri olduğumuzdan olsa
gerek, Gazi ve Kız Meslek liselerinin olduğu bölgeydi. Ne
demek istediğimi sanırım anlamışsınızdır.
Bahse konu olan bölgede yaşadıklarımızın yanısıra, “Necati
Bey İlkokulu”nu bitirir bitirmez “Eski Buğday Pazarı”nda,
bakırcı çıraklığına verilen babam 1993 yılında amcam (Çimili
Hakkı Efendi'den “Bulgur Tekkesi”nde Kur'an ve hafızlık
eğitimi almış olup hayranlık derecesinde bir ses ve kıraat
sahibi Hafız Emin Baykan) rahmetli olup onun yerine
toptancılar çarşısındaki işyerine geçene kadar Aziziye
camisi etrafı başta olmak üzere iş hayatını bu bölgede
geçirmiş olduğundan dolayı bizi zaman zaman anlattığı
hatıraları bizleri de buralara sımsıkı bağlamıştı
zannedersem.
Az
bilinse de iki büyük caminin arasında ve “Bedesten”den
“Sobacılar içi”ne geçiş noktasında bulunan “Bulgur
Tekkesi”ne, özellikle de yaz aylarında “Kur'an Kursu”na
gitmek babamın bize mecbur kıldığı bir görevdi.
“Çocukluk ya da gençlik” ne derseniz deyin, “Bir yaz
tatilimiz var onu da camide mi geçireceğiz” gibi bahaneler
ile yan çizmeye kalksakta “Mevlana Ortaokulu”nu bitirene
kadar kaçış fırsatı bulamadan manevi eğitime devam ettik.
Yıllar sonra spor uğraşlarımız sırasında yaz Kur'an kursları
arası futbol turnuvası düzenlememizin, camiye biraz gönülsüz
giden çocuklarımızı spor ile tanıştırma organizasyonu olarak
kursların çekim noktası haline getirdiğimizi görmek bizi
mutlu etmiş olup 3 yıldır “Diyanet” ile ortaklaşa bu
doğrultuda sürdürdüğümüz yaz kursları ve spor projemizin o
günlerden kalan bir niyet olduğunu düşünürüm bazen.
“Bulgur Tekkesi”nin hatıralarımızda kalan bir başka anısı
ise“Ramazan”larda iftar sonrasında “Attarlar İçi”nde
çaycı İbramanın (ibrahim amca) Ocakbaşında sahura kadar
süren çay sohbetleri, hızlı kılınan teravih namazları ve
ana caddeye taşan cemaatin tuhafiyeci Hüseyin Arkoç
ağabeyin dükkanında asılı diyafondan kurulu bağlantı ile
tekbir ve selamları tekrarlamasına tabi olarak kılınan Cuma
namazlarıdır.
Taşkent'li hemşehrimiz Hüseyin ağabeyin kıyamda gür sesi ile
uzatarak “Rabbenalekelhamd” nidası hala kulaklarımızda
çınlar.
Şimdiki “Mevlana Çarşısı”nın olduğu yerde bulunan kasaplar
ve ciğerciler ile bitişiğindeki, iki girişinde de
parmaklıklı tahta kapısı olan “Üzüm Pazarı” ise bölgenin
bir başka alışveriş mekanıydı. Özellikle kenar semtlerde
oturanlar, örneğin Sedirler, İşgalaman, Küçükkumköprü gibi
semtlerde yaşamanı sürdürenlerle “Türbeönü” civarındaki
insanların hergün mutlaka uğradıkları ve aksata
(alış-veriş) yaptıkları bir pazardı.
“Aziziye Cami”nin Doğu kapısı tarafında hala mevcudiyetini
muhafaza eden şadırvan ise bahar aylarında nereden toplanıp
geldiğini hala bilmediğim ama şifa kaynağı olduğuna çok iyi
tanık olduğum sülük satışı mekanı olarak hizmet vermeye
devam ediyor.
Bizden öncekilerin intisab'ın altı olarak görüp yaşadığı bu
bölge “Sivil Toplum Kuruluşları”nın bugünkü kadar güçlü
olmadığı o zamanlarda Hasan Hüseyin VAROL hocamızın Konya'ya
kazandırdığı “Hayra Hizmet Vakfı”na da ev sahipliği yapmış
bir alandır.
“Aziye Cami”nin bulunduğu alanın başka bir özelliği ise
“Ramazan” aylarındaki meczupların toplandığı ve topluca
iftarlara götürüldüği bir yerdir. Buranın çok değerli bir
güzelliği de budur. “Meczuplar” demişken, bunların başı Efe
Hasan vardı. Hali vakti yerinde olan eşraftan birisi
Merhum'a “Hasan efendi Çarşamba günü iftarı bizde yapacağız,
haberin olsun” demiş. Efe Hasan bu emrivaki olaya biraz
bozulmuş ve “git işine efendi, biz bu Ramazan'da doluyuz,
önümüzdeki Ramazan'da gelsin de bir düşünelim” demiş.
“Aziye Cami”sinin bu müdavimleri, dervişleri, velileri, daha
doğrusu Allah dostları, birgün bile aksatmadan günlük olarak
orada bulunur, camiye gelen-gidenle hasbıhal ederler. Allah
onları da başımızdan eksik etmesin.
|