Karaköse’den trene malları yükledik iki günde Kaşınhanı istasyonuna
geldik diye bir başladımı anlatmaya Hacı Mustafa; dinleyenlerin ağzı
açık kalırdı. İçinde yalan, riya olmayan samimi anlatımındanmıdır,
mallar ile aynı vagonda yaptıkları yolculuğu “onların sıcaklığındanmıdır
nedir hiç üşümedik” diyerek sıcaklığı üretenin aslında taze taze çıkan
gübreler olduğunu gülerek itiraf etmesindenmidir bilinmez ama
Kaşınhanı’nda indirilen büyükbaş hayvanların yürüyerek Konya ya
getirilişinin önceki yolculuktan çok daha sıkıntılı çok daha çileli
olduğu hususunda hemfikir olurdu dinleyenler.
Karadeniz’li nenenin dediği gibi yaşı yüze on kala, düne ait olanları
çoktan unutmuş hali ile ahiret yolculuğuna ramak kalmış O’nu bile
tanımaz olmuş babasına haftalık banyosunu yaptırıp kişisel ihtiyaçlarını
görmüş giydirip kuşatıp köşesine oturtmuştu. Camın önüne oturdu ve bir
yandan sakalını bıyığını düzeltirken bir yandanda beş yaşından beri
yaşadığı sokağından gelip geçenleri seyretmeye başlamıştı. Aklının
erdiği ilk zamanlar kerpiç evde sonraları günün şartlarına göre
yenilenmiş mekanlarda ama hep aynı mahallede yaşamayı nasip etmişti
Cenab-ı Allah. Bir yandan da anlatıyordu. Defalarca dinlemişti
anlatılanlar o hatıraları ama anlatanın tatlı dilimi dinleyenlerin
keyfimi bilinmez her tekrarda aynı keyif alınır, ilk kez konuşulurcasına
muhabbet kurulurdu.
Ertesi gün yine Kaşınhanı istasyonunda Karaköse’den gelecek olan
babaları karşılanacak ve ailenin geçim kaynağı olarak bir süre beslenip
pazarda satılacak kurbanlıklar sürülüp getirilerek ahıra çekilecekti.
Gurbetten babası gelecek her çocuk gibi onlarda biraz sevinç biraz
heyecan dolu Çaybaşı camisinin önünde akranları ile toplanmış aşık
oynarken mahallenin büyükleri çarşıdan pazardan dönüyor ya da bağda
bahçede işlerini toparlayıp akşam namazına hazırlık yapıyorlardı.
Yanında olduğunda kendisinde bir ayrı güç hissettiği Bulgur
tekkesi’nde hafızlığa giden ağasıda gelip aralarına katılmıştı. Gözü
karalığı, çevikliği, güzel sesi, Kuran eğitiminde hızlı ilerleyişi ile
göze batan ağası birdenbire “bugün akşam ezanını ben okuyacağım
deyiverdi”. Çaybaşı Cami imamı Hafız Amca’nın takdirini kazanmak
içinmidir bilinmez ama o günlerde mahallenin yeni yetmeleri arasında
akşam ezanını okumak bir yarış halini almıştı. Mahallenin önde
gelenlerinden kebapçının oğlu “Gak hay dağlı üç gün hafızlık mektebine
gitmekle sana mı kaldı ezan okumak” diye karşı çıkınca birbirlerine
girecek oldular. Araya giren büyükler ortalığı yatıştırıp başka bir
çocuğun ezan okumasına karar vermiş olsalarda ortama kızgınlık ve
gerginlik hakim olmuştu. Namaz bitip selam verildiğinde etrafa bakındı
ama ağabeyi camide yoktu. Halbuki son gördüğünde çeşmede abdest
alıyordu. Her halde eve gitti diye düşündü. Tesbih çekmeye kalmadan
camiden çıkınca köşede beklerken gördü O’nu. Hali hal değildi. Camide
yoktun neredeydin diye sormaya, haydi evimize gidelim demeye cesaret
bile edemedi ve yanında beklemeye başladı. Cemaat dağılıyor mahalle
bakkalından idare lambalarına gaz alanlar evlerine yollanıyordu.
Ağa’sının sağ elini cebinden çıkartıp ok gibi birden fırlayarak hangi
aralıkta evden alıp geldiği bilinmez bir kama elinde koştuğunu gördü.
Yetişip tutmaya çalışsa da iş işten geçmiş her gün birlikte oyunlar
oynadıkları kebapçının oğlunun bacağından akan kan pantolonunun dışına
sızmış toprağa damlıyordu. Feryadı duyan büyükler toplandı hemen. Hemen
baktılar bereket yara fazla derin değildi. Askerliğini sıhhiye olarak
yapan birisi çevresini yaralının baldırına sarıp kanı durdurdu ve
feryada bakmadan bakkaldan getirilen tuzu yaraya bastırdı. Kan durmuştu
ama ne olur ne olmaz diyerek yaralı çocuk yaylı arabaya atılıp hastaneye
götürülürken bir diğeri mahalleli de bıçağı failin elinden alıp çeşmede
yıkayarak koynuna sakladı. Öyle ya mahallenin çocukları kavga etsede
hele birde kavga edenlerden birisinin babası gurbette ve dönene kadar
çoluk çocuğu mahalleye emanet ise büyüklere düşen düzeni sağlamaktı. Eve
vardıklarında hava kararmıştı. Sizde bir hal var dedi anaları bir şey
yok diyecek oldular ama biraz sonra kapı tokmağı vurulmaya başladı.
Gelen suç aletini ortadan kaldıran mahalleliydi. Bak Veled gızı
deyipbaşladı analarına olanları anlatmaya. Polis bile gelmişti merkez
karakolundan ama bıçaklanan çocuğun babasının gönlü yapılıp şikayetçi
olmasının önüne geçilmişti. Dinledikçe öfkelenen öfkelendikçe önüne
geçilmez bir hal alan kadıncağız Allah hepinizden bir değil bin kere
razı olsun deyip yolculadı geleni Kapıyı örtmesiyle birlikte kapının
ardında duran tandır küreğini eline alıverdi ve...
İki gün sonra ağam rahmetli barıştı o çocukla ve çayın içinde babasının
dükkanından getirdiği kebapları yedik hep birlikte dedi Zeki Dayı “Anam
o gün elin çocuğunu bıçakladı diye ağamı dövdüde benim suçum neydi ki
O’nun kadar bende nasibimi aldım dedi gülerek. Biraz varlık sahibi isek
sayesindedir. Ne çalışkan ne mübarek bir kadındı, el ayak muhtacı
olmadan yıllar önce usulca çekip gittiğini söyledi sesi titreyerek.
Bakın dedeniz bakıma muhtaç ve evlatları olarak bizler bakıp çekiyoruz
çok şükür, bakalım biz ne olacağız bize bakan olacak mı Allah bilir
diyerek iç geçirdi. Oğlunun Baba bugün sen dedemin her bakımını
yapıyorsan yarın sanada bir bakan olacaktır elbet dediğini duyunca
sakallarını düzelttiği tarak ve bıyık makası elinden düşüverdi ve
kafasını tamamen camdan tarafa çevirdi. Kirpiklerini ıslandığını ve bir
kaç damla göz yaşının ağaran sakallarına süzüldüğünü görsünler istemedi
ama aldığı cevaptan duyduğu mutluluk her halinden belliydi. |