Bulgur Tekkesi’nde Çimili Hakkı Efendi’den Kur-an öğrenip hafız olan
ağabeyinin genç denilecek bir yaşta erken vefatıyla iki ailenin bütün
yükü üzerine kalmıştı. Birlikte yürüttükleri ticari işleri, daha
hiçbirisi evlenmemiş iki ailenin yetişkin altı çocuğu, gittikçe
ağırlaşan masraflar derken zor günler başlamıştı onun için.
Ölüm Allah’ın emri deyip dört elle tekrar sarıldı hayata. Geride
kalanları boynu bükük bırakmadan, ele güne laf düşürmeden mücadeleye
devam etmeliydi. Öyle de oldu.
Hayat devam ediyordu ve geriden gelenlere iş, aş lazımdı. Canı gibi
sevdiği ağabeyi vefat etmiş olsa da onun hatıraları ile avunup geride
bıraktıklarına sahiplenerek yürümeye devam ediyordu hayat yolculuğuna.
Derken kısmeti gelen evlatlarının, yeğenlerinin ardı ardına düğünleri
sıralanmaya başladı. Onlardan birine kız istemeye gidilecekti o akşam.
Hazırlıklar tamamlandı ve kız evinin yolu tutuldu. Oradan buradan biraz
sohbetten sonra Allah’ın emri peygamberin kavliyle talip olma faslına
geçildi. “Hayırlısı bakalım. Kısmetse olur ama mehir ne yapacaksınız
ziynet ne takacaksınız?” diye sordu evin dedesi. “Hacı abi, ben hem
amcayım hem baba vekiliyim. Bizim bir adımız var, yakışanı yaparız.
Merak etme!” cevabını verdi fakat dede ısrarcıydı. “Biz Adana Burması
isteriz.”
Şöyle bir lahavle çekti, geriye doğru yaslandı. “Yakında siz bir oğlan
evlendirdiniz bildiğim kadarıyla... Bizden istediğiniz Adana Burmasını
siz de almışsınızdır ziynet olarak. Biz bilmeyiz nasıl olduğunu! Bir
tane numune görsek de aynısından alsak!”
Dede neye uğradığını şaşırmıştı. “Ülen Zeki Dayı! Avladın beni. Evlat
sizin. Var git ne istersen onu tak!” deyiverdi... |